Eğitimdeki Tek Şiddet Öğrenci Dövmek Midir?
Bizim memlekette çok kötü bir huy var. Bazı konular kutsallaştırılıyor, dokunulmaz hale getiriliyor ve onlar hakkında en ufak bir eleştiri yaptığınız anda özellikle kendini entelektüel olarak gören kesim tarafından anında saldırıya uğruyorsunuz.
Bir resim sergisine laf ettiğinizde sanat düşmanı, bir tiyatro oyununa “kötü” dediğinizde cahil görülüyorsunuz. Aslında bu kültürün yerleşmesinde eleştirilerin içlerinin boşluğu da var ama bu başka bir yazının konusu…
İşte bu kutsal, dokunulmaz değerlerden birisi de “öğretmenlik” kavramı. Tıpkı yukarıdaki örnekler gibi öğretmenlere bir laf ettiğiniz anda hemen vatan haini, nankör sayılıyorsunuz.
Ankara’da büyüdüm, bir devlet okulunda okudum ve ilkokul 3. sınıfa kadar birlikte büyüdüğüm öğretmenim kendisine “pahalı” hediyeler almayan yoksul öğrencileri döven, öğretmenler gününde getirdikleri çiçekleri çöpe atarak “ben ne yapayım bunları” diyerek çocukları azarlayan ruh hastasının tekiydi.
Ara ara hayat kurtaran şahane öğretmenler, her şeye bakışımı değiştiren müthiş insanlar görmedim değil ama bu ruh hastasından hallice olan pek çok öğretmenim daha oldu.
Üstelik eğitim hayatımdaki tek şiddet bu değildi, kutsal sayılan tek şey de öğretmenler değildi.
Konuyu açayım;
Nedense çocukların kendi iradeleri yokmuş, bir birey olarak bizden bir farkları varmış gibi davranıyoruz. Şöyle düşünelim; bu yazıyı okuyan herhangi birini alıp 10 yıl boyunca, sabahtan akşama kadar bir yerde “oturtsak” ve sadece kendi istediğimiz şeyleri, tepeden bakar bir şekilde haykırarak öğretmeye çalışsak…
Bunun adına ne dersiniz?
Ben buna sadece “şiddet” diyebilirim. Üstelik, sadece devletin olmasını istediği şekilde insanlar yetiştirmek üzerine yaratılmış bir şiddet, bi’ nevi işkence… Zaten tam olarak bu yüzden dinlediğimiz o kadar harika, öğrenmesi çok keyifli olabilecek bilgi bize “işkence” gibi geldi…
Çocuk kavramını falan bir kenara bırakalım; bu psikolojik işkenceyi yıllarca görmüş bireyler olarak merak duygumuzu bastırıyoruz, bize sorulan soruyu hesap sormak olarak algılıyoruz, öğrenmeyi sıkıcı bir şey daha da önemlisi bir “zorunluluk” olarak görüyoruz.
Alın işte…
Bu hafta çıkan haberle Finlandiya eğitim sisteminde bir devrim olduğunu ve bütün derslerin kaldırıldığını öğrendik!
Önemli olanın; çocukların, bireylerin öğrenmek istedikleri şeyleri öğrenmeleri ve oyun oynamaları için doğru ortamlar oluşturmak olduğunu savunuyor Finlandiya.
Öğrenci ve öğretmen ilişkisini tamamen ortadan kaldırdılar ve öğretilebilecek değil, ancak paylaşılabilecek şeyler olduğunu savundular. Böylelikle kolektif bir bilgi paylaşım sistemi yaratacaklar. Bireyler oyun oynayarak kendini geliştirecek, paylaştıkça öğrenecek ve muhtemelen hayatları boyunca bir şey öğrenmekten ve üretmekten sıkılmayacaklar…
Bu haber çıktığı anda bizim ofiste bir heyecan rüzgarı esti. Haberi ilk gören herkese yolladı, herkes aynı anda okudu ve birbirine bakıp gülümsedi.
Neden mi?
Eğitmenlerimizden Burak Can, atölyeleri şu sözlerle başlatıyor:
“Bu bir eğitim değil. Ben, konuşma kararı aldığımız konu hakkında bildiklerimi söyleyeceğim ama siz de öyle yapacaksınız. Herkes, cebinde ne varsa ortaya dökecek ve hep birlikte bir şeyler öğreneceğiz.”
Yazının bu noktası biraz duygusal. Çünkü; Tezgahçılar Ekibi olarak size teşekkür etmek istiyoruz. Çünkü biz, bugüne kadar sizden çok şey öğrendik. Yapmaya çalıştığımız tek şey, tek hayalimiz de buydu:
“Bir yerimiz olsa da orada bilgiler paylaşılsa, biz de sürekli öğrensek. Bundan güzel bir iş mi olur?”
Bu anlayışı benimsediğimizden beri burayı bir öğretmen-öğrenci yeri olarak değil; bilgilerin paylaşıldığı, insanların kolektif bir şekilde bilgi ürettiği bir ortam olarak gördük. Kendimize de “biz sadece bu bilgi pazarındaki Tezgahçılarız” dedik. Ve inanın bu kolektif ruhtan, tüm Tezgahçılar’dan, sizden çok şey öğrendik. Bunun için teşekkür ederiz.
Yazının başlığına dönecek olursak;
Ne öğretmenler kutsaldır, ne eğitim. Bir şeyi hiyerarşide bir üst noktaya koyduğunuz anda o şey kutsallığını kaybeder. Böyle olmak zorundadır çünkü öbür türlü o şey tartışılmaz, değişmez olur ve anında yozlaşır. Ne öğretmenler kutsaldır, ne eğitim…
Birlikte olmak, birlikte üretmek çok eğlenceli ve harika bir şeydir.
Oynamak; sadece yaşı küçük olan insanlar için değil yaşı büyük olan insanlar için de çok eğlenceli ve geliştiricidir.
Herhangi bir konuda öğrenecek bir şeyi olmadığını düşünen insan aptaldır.
Yaratıcılık, özel bir yetenek değildir.
Son olarak kendimize bir tavsiyeyle bitirelim;
Yukarıda yazan HER ŞEY sadece çocuklar için değil aynı zamanda sizin için de geçerli. Evet, çocuklarınızdaki merak güdüsünü öldürmeyin, onların gelişmesi için elinizden geleni yapın ama unutmayın ki onlardan tek farkınız bu dünyada daha uzun zamandır var olmanız.
Kendinizi geliştirmeyi, öğrenmeyi ve oynamayı aman ha ihmal etmeyin. Artık, size istemediğiniz şeyleri öğrettikleri yıllar geride kaldı.
Öğrenmeyi istediğiniz şeyleri öğrenmenin tadını çıkartın!
Bora Öğünç / Tezgahçılar Kurucu Ortak / 19.11.2016
Not: Finlandiya eğitim sistemi hakkındaki habere buradan ulaşabilirsiniz.…