Toksik Pozitiflik ve Gerçek Biz
Toksik Pozitiflik ve Gerçek Biz
“Rüzgar gülü rüzgarın kendisini çevirdiğinden habersiz yalnız başına döndüğünü zanneder. Birçoğumuzun tercihlerini eğitimimiz, arkadaşların veya çevredekilerin eleştirileri, özlü sözler, telkinler şekillendirir. Çok azımız hangi limana gittiğimizi, ne zaman nerede demirleyip kendimizi toparlayacağımızı biliriz.” Der ünlü yazar Jules Payot.
İletişim çağının en büyük handikaplarından biri bombardıman altında kalmak: Sözlü ya da yazılı, beynimiz, ruhumuz propaganda metinlerinin enkazı altında kalıyor. Reklam yazarları o dönem neyi satmak, neyi parlatmak istiyorsa o yöne doğru manipüle ediliyoruz.
Farkındalık her şeyin ilk basamağı. Değişim ve dönüşüm ancak farkında olduğumuzda başlıyor. Bize telkin edilen, otoriteler tarafından söylendiği için dosdoğru kabul ettiğimiz mesajların ne kadar farkındayız? Davranışlarımızın ne kadarı kendi irademizin sonuçları? Bugün bir takım alışılagelmiş bilgileri beynimizin eleğinden geçirip kabullenmeden beraber sorgulamak istiyorum.
Kadınlar dünyanın zencileridir diye bir sözü var John Lennon’ın. Dünyanın neresinde olursa olsun kadınlar eziliyor. Eskiden açıkça, şimdi modern toplumlarda üstü kapalı bir şekilde. Bu asla kapanmayan ve sömürüye açık da bir yara.
Seçme ve seçilme hakkı öncesi kadının adı yokken, kadınlar her alanda varlığını göstermeye başlayınca bu güçten elbette popüler kültürden beslenen reklam ve söz yazarları da nemalanmaya başladı. Önce kadınları çiçek yaptılar ve çiçeklerin su istediğini söylediler. Bu öyle güçlü bir mesajdı ki kadın kendini narin, kırılgan ve en önemlisi de edilgen olarak konumladı. Bir çiçek var olabilmek için başka bir varoluşa kendini teslim eder. Onu sulayacak bir ele. Bu telkinlerle geçen yıllarda kadın bireyselleşemiyor ve ancak evlendiğinde, çocuğu olduğunda “tam bir kadın olarak” kadınlığı temsil edebiliyordu.
Sonra elektekileri hamuruna hemen eklemeyenler tarafından bu sloganlar sorgulandı. Sorgulandıkça yıprandı ve eskidi. Ve reklam yazarları yeni bir kadın modelini pazarlamaya başladı, bu kadın çocuk da yapıyordu, kariyer de. Asla düşmüyor, asla kırılmıyor, bir at gibi çatlayana kadar koşuyordu. Bu proje kadın sadece olumlu duyguları barındırıyor ve bir teflon gibi olumsuz duyguları bedeninden kaydırıyordu. “Only positive vibes” tshirtünün içinde sakladığı yıpranmış, yorgun bedeni bir güç timsali gibi dimdik duruyordu çünkü öyle olmalıydı. Güçlü kadın olmak bunu gerektirirdi.
Bu pembe bir zakkum gibi sevimli ama bir o kadar da zehirli hal yani toksik pozitiflik pek çok kadını farkında olmadan çok yordu. Birileri ona öyle dediği için, işinde, konuda komşuda, sosyal medyada hep çok güçlü, başarılı bir kadın, çok iyi bir anne gibi gözükmeye çalıştı. Bazen beceremedi, beceremedikçe kendini güçsüz, yeteneksiz, başarısız gördü. Ama güçlü kadınlar kulübünden atılmamak için bunu hem sakladı, hem de yorulmanın, bocalamanın, yetişmemenin kendine hak olduğunu bilmediğinden özşefkatten kendini mahrum bıraktı.
Geçenlerde “güçlü kadınlar listesi”nde Frida Kahlo’nun adını gördüm. Bazen olguları, bazı kişilere sırf yakıştığı için bir gömlek gibi giydirebiliyoruz. Frida gençliğinde geçirdiği talihsiz kazadan sonra yatağa mahkum olmuş ve aylarca yatağa bağımlı kalmıştı. Resim yapmak istiyordu ancak ayağa kalkamıyor ve oturamıyordu. Bir ayna yaptırıp yatağının üst tarafına paralel olarak monte ettirdi. Sadece kendini ve kendi duygularını görüyordu. Resmetti. Ne görüyorsa, ne hissediyorsa. Eşi Diego tarafından aldatıldı. Sonra bebeğini düşürdü. Çok acı çekti ve çektiği acıları çizdi. Yaşarken en büyük handikapı resimlerinin kimse tarafından satın alınmayacak olmasıydı, çünkü kendini resmetmişti, kim onun acılarını ne yapsındı. Bunu biliyordu ama yine de kendi gerçekliğini saklamadı, gerçek halini ve tüm acılarını olanca çıplaklığıyla yansıttı.
Frida Kahlo zamane güç algısı ve pozitiflik zehirlenmesiyle karşı karşıya kalsaydı, hissettiklerini gizleseydi çok büyük ihtimalle eserleri bize ulaşmayacaktı. Özgünlüğünü kaybedecek ve sıradanlaşacaktı. Onu eşsiz yapan gerçekliğiydi. Sanat büyük oranda acıdan beslenir. Ancak üstü örtülmeye çalışılan acıdan değil.
Çözülmesi gereken çok mesele var. Hala büyük bir heyecanla kadınların varlıklarını ve sorunlarını konuşabildiğimiz bir günü, 8 Mart’ı sabırsızlıkla bekliyoruz. Kadın istihdamının artması, kadınların daha fazla söz sahibi olması için yüreklendirilmeye gerek var. Güçlü kadın imajı pek ala iyi niyetlerle parlatılıyor da olabilir ancak cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Gücün değil gerçekliğin ve sahiciliğin paye gördüğü iletişim biçimine ihtiyacımız var.
Değişim farkındalıkla başlar. Önce düşünce biçimimiz ve ardından da dilimiz değişir. Ve dil toplumları değiştirecek kadar güçlüdür. Zorlandığını gördüğümüz bir kadına, “bu kadar negatif olma”, demek yerine “bazen kötü hissetmek çok normal” dediğimiz zaman hem pozitifliğin toksikliğinden arınırız hem de şiddetsiz bir iletişim sağlamış oluruz. Gücü değil gerçekliği yücelttiğimiz zaman.
8 Mart’ı sabırsızlıkla beklemediğimiz, bugünün kadınlar için geride kalan 364 gün kadar önemsiz bir gün olması dileğiyle. #toksikpozitiflik
*Toksik Pozitiflik ve Gerçek Biz yazısı Burçak Yıldırım Orhan tarafından yazılmıştır. Burçak Yıldırım Orhan’ın bir röportajını buradan izleyebilirsiniz.