Hikayeleştirmenin öğrenme, hafıza, imaj ve iş dünyası için faydaları nedir?
Kim ne derse desin, devir artık her anlamda “paylaşım”ın merkeze konduğu bir kolektif etkileşim devri. Bu yüzden de yaşadığımız devirde, bilgi ve deneyim tozlu sandıklarda saklanmak yerine kitlelerle paylaşıldığı oranda değerli ve işlevli kabul ediliyor. İşte son yıllarda adını sıkça duyduğumuz bir kavram olan “hikayeleştirme” yani “storytelling” tam da bu sebeple iş hayatında her kapıyı açan “altın bir anahtar” gibi ışıldıyor: hikayeleştirme
İş hayatında hikayeleştirme nasıl uygulanır?
Hikayeleştirme aslında insanoğlunun tarihi kadar eski ve doğal bir meziyet gibi görünse de iş hayatında hikayeleştirme uygulamaları yapmanın kesinlikle bir matematiği var. Çünkü iş yaşamında etkili bir hikaye anlatıcısı olmak için sadece bir hikaye üretmek yetmiyor. Fiziksel farkındalık, ses – beden – doğaçlama, göz kontağı kurma, dramaturji ve geri bildirim gibi birçok adımdan oluşan hikaye anlatımı ancak bütünsel olarak uygulandığında karşı tarafında sizinle / kurumunuzla ilgili algısını tamamen pozitife çeviriyor.
Hikayeleri neden bu kadar seviyoruz?
İnsanlar hikayeler anlatmayı da hikayeler dinlemeyi de çok severler. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve biriyle iletişim kurarken bu iletişimin derinlikli ve “iz bırakan” bir karakterde olmasını önemser. Yani biriyle bir hikaye aracılığıyla iletişim kurduğunuzda, o ilişki genelde uzun ömürlü olur ve söz konusu hikaye dilden dile aktarılan yeni bir iletişim ağı oluşturur. Tıpkı Lübnan asıllı şair Muriel Rukeyser’in “Evren hikayelerden oluşur, atomlardan değil.” dizelerinde de söylediği gibi…
Yine bir hikaye anlatılırken, o hikaye hem anlatıcı hem de dinleyici için ortak bir anı yerine geçer. Princeton Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Uri Hasson’a göre hikayeleştirme, anlatılan hikayede yer alan duyguları dinleyen tarafa da aktarır. Bu anlamda hikayeleştirme için kolektif hafızanın kurucusudur dersek çok da abartmış sayılmayız. İşte hikayeleştirmenin şirket içi eğitimlerde; motivasyon etkinliklerinde ve oryantasyon uygulamalarında sıkça kullanılması da tam olarak bu temele dayanır. Normalde tüm bireylerin farklı bilgilere odaklandığı teorik eğitim / sunumların tersine hikayeleştirme içeren içerikler, şirket içindeki herkesin ortak bir hikayeye odaklanmasına sebep olacağı için kitlede kolektif bir bellek oluşturur.
Hikayeleştirme ile akılda kalıcılık ilişkisi
Pek çok akademik araştırma, hikayelerle imaj arasında ciddi bir bağlantı olduğunu kanıtlıyor. Antropolog Rob Walker ve Joshua Glenn tarafından tasarlanan “Significant Objects” projesi bu araştırmalar arasında en fazla dikkat çeken çarpıcı bir sosyal deney olarak öne çıkıyor. “Önemsiz bir şeyi, hikayeleştirme kullanarak önemli hale getirebilir miyiz?” sorusuna yanıt bulmak için yürütülen bu proje kapsamında, maddi / manevi değeri olmayan ürünler sembolik meblağlara alınıp, her birine kurmaca birer hikaye yazılarak eBay’de satılıyor. Toplamda 128,74 Dolar’a aldıkları ürünlerin tamamını bu ürünler için yazdıkları kurmaca ama ilginç hikayelerle birleştirip 3612 Dolar’a satarak %2.700’lük bir kar elde eden Antropolog Rob Walker ve Joshua Glenn bir anlamda hikayeleştirmenin “para ettiğini” kanıtlamış oluyorlar.
Bu deneyden hareketle, iş dünyasında öz geçmişinizi, öz geçmişinize ekleyeceğiniz ön yazınızı ya da yapacağınız bir müşteri adayına yapacağınız sunumu hikayeleştirme yöntemi ile hazırladığınızda kurumsal imajınızı parlatıyor yani karşı tarafın aklında kalmayı garantilemiş oluyorsunuz.
Hikayeleştirme hafızayı ve öğrenmeyi etkiliyor mu?
Hikayeleştirme sadece kişisel iletişim becerilerini geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda zihinde kapalı halde duran pek çok kapıyı da ardına kadar açıyor. Yıllar boyunca yapılan birçok çalışma, beynimizin bize doğrudan verilen teorik bilgi yerine hikaye dinlemeye çok daha yatkın olduğunu söylüyor. Doğrudan verilen bilgileri okurken / izlerken yalnızca dil ve konuşma bölümlerini çalıştıran insan beyni, konuyla ilgili bir hikaye dinlendiğinde ise bu kısımla birlikte bir şeyleri fiilen gerçekleştirirken aktif hale gelen beyin bölümlerini de çalıştırıyor. Yani diğer bir deyişle, hikayeleştirme bireyi sadece pasif bir dinleyici olmaktan çıkarıp, aktif bir öğrenme sürecine sokuyor. Deneyimsel öğrenme ile elde edilen bilgiler de uzun süreli bellekte depolandığı için çok daha kalıcı oluyor. Örneğin iş yerinde yöneticisi olduğunuz departmana bir eğitim vermeniz gerekiyorsa ve eğitim vereceğiniz kitlenin bu bilgilere yeteri kadar merakla yaklaşmayacağını düşünüyorsanız, eğitimde işleyeceğiniz konuyu kurgusal bir hikaye üzerinden anlatmayı ve hatta işe biraz daha heyecan katıp hikayenin duyulara da hitap etmesini deneyebilirsiniz.
Hikayeleştirmenin temel prensipleri nedir?
Birbirinden sürükleyici hikayeleri beyazperdeye taşıyan Pixar’ın en önemli yaratıcılarından Pete Docter’a göre aslında hepimiz birer hikaye anlatıcısıyız. Sadece hikayeleştirmenin temel matematiğine yeterince hakim değiliz. Pete Docter’a göre hikaye kurgularken her hikayenin kendine has bir evreni olduğunu unutmamak gerekiyor. Pixar imzasını taşıyan tüm işlerde bu kuralı uygulayan Docter’ın hikaye kurgulamadaki ikinci önemli tavsiyesi ise protagonist adı verilen ana karakterin hikayedeki yerini sarsmadan yan hikayelerle beslemek. (Tıpkı Finding Nemo filminde olduğu gibi!)
Elbette bir de kurgulanan hikayenin anlatım kısmı var ki bu kısım pek çok farklı disiplini bir araya getiren zorlu bir süreç. “Dramaturji” denilen bu aşamada kurgulanan içeriği en akıcı şekilde söze dökerken aynı anda beden dilini de anlatılan hikayenin ritmi ile senkronize etmek gerekiyor. Yani aslında kurgulanan hikayenin sahneye nasıl taşınacağı ince ince planlanmış oluyor. Tüm bu parçalar birleştiğinde iyi bir hikaye anlatıcısı olmak istiyorsanız, aynı zamanda topluluk karşısında hikaye anlatımı tecrübesi de vaat eden Uygulamalı Hikaye Anlatma Teknikleri Atölyesine katılarak usta oyuncu ve hikaye anlatıcısı Zinnure Türe ile kendi kişisel anlatım dilinizi oluşturabilirsiniz.